İkimiz

Her gün alarmımın çaldığı saat 04.00, penceremden güneşten gelen tek bir ışıltı bile girmezken, ben yataktan kalkıyorum. Koridora sokaktan gelen loş lamba ışığı rehberliğinde giriyorum banyoya. Soğuk ve kısa bir duş açmakta zorluk çektiğim gözlerimi aralıyor, sonra bornozumu giyip dişlerimi fırçalıyorum. Odama gidip giyiniyorum, parfümümü sıkıyorum ve dışarı atıyorum kendimi.
Saat 4.30, 6'da varmam gereken yer Atakent. İşin kötü yanı bu saatte oturduğum yerden Atakent'e vasıta yok: Yürümek zorundayım. Yolda fırından yeni çıkmış unlu mamul kokusunu takip edip, 2 patatesli poğaça ve bir şeftali suyunu dâhil ediyorum yolculuğuma. Yürüyorum… Sokaklar bomboş hiç kimse yok, sessiz ama ürpertici değil; kuş sesleri geliyor kulağıma mutlu ve huzurlu hissediyorum. Sahile çıktığımda denizden gelen o ferahlatan esinti de eşlik ediyor bana: Sanki ihtiyacım olan her şey yanımda gibi hissediyorum. Sahil kenarından yürümeye devam ediyorum varacağım yere ve sonunda sanki yola yeni çıkmış kadar dinç bir şekilde geliyorum varış noktasına. Penceresinin hemen karşısındaki kaldırıma oturup uyanmasını bekliyorum…
Önce alarmın sesi geliyor, ardından kapatacağım diye rastgele elini savurarak telefonu yere düşürdüğünü anlatan o tok, sert plastik sesi. Kısa bir süre sonra odasının ışığı açılıyor, kalın beyaz perdesi açık bir sarı renge bürünüyor hemen. Yarım saate dışarı çıkacak. Acaba ondan başka bir kız uyandıktan yarım saat sonra hazırlanıp dışarı çıkabilir ve buna rağmen onun kadar güzel olabilir mi? Aklımda sabah erken kalkmanın verdiği bu anlamsız sorularla biraz ötedeki durağa gidiyorum. Çok geçmeden duraktaki yerini alıyor. Gülümseyerek "Günaydın" diyorum, o da gülümsüyor, "Sana da günaydın" diye karşılık veriyor. Aynı otobüste okula gidiyoruz. Uzak koltuklarda, bakışmadan, konuşmadan… Bu durum beraber vakit geçirmekten sayılır mı bilmem ama yanında vakit çok güzel geçiyor.
Bu anların defalarca yaşanmasının ardından "Sen nerede oturuyorsun?" diye sormadı hiç. Belki de o sormadan ben söylemeliydim. Biz, gerçekten biz olurduk belki…

İkimiz hiç biz olmadık, ne yazık…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Keyifsiz

Unutulmaz

Mezuniyet